Yazılarım

“Zehirli Öncüler” ve unutulan ilkeler

Neyseo’da yazdı…

Faşist Din Devleti Girişimi (FDD-G) ve onun ipini tutan AB-D emperyalizmi tarafından, siyaset öyle bir noktaya getirildi ki, normal şartlarda yan yana gelmez dediğiniz siyasetler, kişiler bir araya gelerek birer muhalif kurtarıcı olarak karşımıza çıkartılmakta. Meclis muhalefetinin AKP’den kopan ekiplerle Millet İttifakı’nın görüşmelerinde ya da Amerikancı Kürt Hareketi’nin yasal temsilcisi HDP’ye yapılan – kayyum atama, milletvekilliği düşürme, kapama girişimi – müdahalelerindeki süreçlerde bu sık sık rastladığımız bir durum, doğal olarak hemen akla “bu ekiplerin, kişilerin birbirleri ile ne işi var” itirazını getirmekte.

Bu tür ittifakları “yersen lokantası” ikramı olarak afiyetle yiyenler var, onlara dil dökmek elbette zaman kaybı. Bununla birlikte, bu tip ortak çalışmalara, destek açıklamalarına, cepheleşmelere refleks olarak itiraz edilmekte. İtirazlar, bilinçlice olmadığı için, bu ittifaklara sarılanlar, olumlu bulanlar açısından kavranamamakta. Dolayısıyla itirazların gerekçesini bir defa daha hatırlatmak, bilince çıkarmak ihtiyacı hissedilmekte.

Meclis muhalefeti üzerinden verdiğimiz ortak çalışma, destek açıklamaları, cepheleşme örneklerini çoğaltabiliriz. Sadece AKP’ye karşı olmak için, AKP’nin eski dostları (DEVA ve Gelecek Partisi) ile ittifak arayışları, fedakarca ve akıllıca bir hareket gibi gösterilse de, aslında hastalık tedavisi için vücuda zehir almaktan ve bu zehrin yan etkilerini umursamamaktan başka bir şey değil. Tabii ki meclis “muhalefeti”, birer Finans-Kapital partisi olarak doğası gereği bu durumu sorgulamaz, onların tek baktığı, bilançodaki kâr-zarardır. Bununla birlikte “AKP gitsin, kim gelirse gelsin”cilik olarak adlandırabileceğimiz güdülenme biçimi tabana kabul ettirilerek, demokratik (evrim birikimlerinin sağlandığı) süreçlerdeki birlikleri sağlayacak müştereklere dinamit konulmakta.

Daha güncel örnek verirsek, hakkında kapatma davası açılan HDP’ye dayanışma mesajlarında ya da HDP’nin Ortaçağcı Gerici milletvekili Gergerlioğlu’na destek mesajlarında, yine bir demokratik dayanışma olarak gözükse de, yine Ortaçağcılara şerh koymayan açıklamalar görüyoruz. [1] Bu ekiplerin hangi sınıfsal temele dayandıkları hatırlatılmamakta. Yine başka bir yakın tarihli isyanda, Boğaziçi Üniversitesi’nin kayyum isyanında da benzer bir durum gerçekleşti. Hareketin “öncü”lüğüne el koyan ekipler, zorlama bir biçimde kendi gündemlerini üniversitelilerin bildirilerine soktular. Bildiride kendi sorunlarına yer verilmeyen öğrenciler, bu alakasız bildiri sonrasında gerçekleşen – bir gün içinde alelacele çağrısı yapılan – boykot çağrısına düşük katılım ile, maalesef, isyanlarını – şimdilik – söndürdüler.

Yine geçmişten bir örnek verirsek, açık biçimde Ortaçağcı Gericiler tarafından güdülen “türban eylemleri”ne destek veren örgütlerin tavrında aynı ilkesizlik görülebilir. Tefeci-Bezirgân sınıf tarafından din kisvesi ile kandırılmış öğrenciler, kendilerini kandıranların tam da istediği şekilde laikliğe karşı çıktılar ve onlara destek veren örgütler, tabanlarında bunu sorgulamaya, tartışmaya kapattı. “Demokratiklik” adı altında, sağlanmaya çalışılan cepheler paramparça edildi.

Ortaçağcı Gericiliğin kol gezdiği yerde, hareketin şeklen “ezilen” yönü dolayısıyla, çok sayıda şerhsiz, “ama”sız yan yana durma kararı, destek mesajı görmekteyiz. Kısacası, kitleleri, ilkeleri ile bilinçlendirmek için kahırlı yoldan gitmek yerine, bir cephe içinde ilkesiz olarak gütme çalışmalarının tümünde, aynı sorunu görmekteyiz: Tefeci-Bezirgânlarla aynı safa düşmek. İşte refleks itirazlarımızın biricik, sağlıklı ve şaşmaz kıstası bu olmalıdır.

Tefeci-Bezirgân sınıfın temsilcileri ve onları takip eden kitleler arasında çelişkiye yol açmayan, o ilişkiyi sorgulatmayan tüm hareketler, açıklamalar, destekler, “Zehirli – toksik – öncülük” olarak tabir ettiğimiz ve mücadeleyi geriye düşüren bir eylem biçiminin ürünleridir. Bu sınıfın temsilcilerine yönelik nasıl davranılacağı, Devrimler Kartalı Lenin tarafından, ikircikliliğe yer verilmeksizin, bir burjuva devrim sorunu olan ulus sorunu üzerinden çok açık biçimde açıklanmakta.

“Madde 11 – Feodal, ataerkil ya da ataerkil-köylü nitelikteki ilişkilerin egemen bulunduğu daha geri devletlerde ve uluslarda, şunlar özellikle gözönünde tutulmalıdır:

(1) Bütün komünist partileri için bu ülkelerin burjuva demokratik kurtuluş hareketini destekleme gereği; bu kurtuluş hareketini, en etkin biçimde destekleme zorunluluğu, her şeyden önce geri kalmış ulusun sömürgeci ve mali bakımdan bağımlı bulunduğu ülkenin işçilerinin görevidir;

(2) Geri kalmış ülkede etkili olan papaz ve yobaz takımına ve ortaçağdan kalma öteki gerici öğelere karşı savaşım zorunluluğu;

(3) Avrupa ve Amerika emperyalizmine karşı kurtuluş hareketini, hanların, büyük toprak sahiplerinin, mollaların vb. durumunun güçlenmesiyle bağdaştırma çabasında olan İslam Birliğine ve benzeri akımlara karşı savaşım zorunluluğu;

(4) Geri kalmış ülkelerin köylü hareketlerini, eşrafa karşı, büyük toprak mülkiyetine karşı, feodalizmin bütün belirtilerine ya da kalıntılarına karşı özellikle desteklemek ve Batı Avrupa devrimci proletaryası ile Doğu ülkelerinin, sömürgelerin ve genel olarak geri kalmış ülkelerin devrimci köylü hareketi arasında mümkün olduğu kadar sıkı bağlar kurarak, köylü hareketine en devrimci karakterin kazandırılması yolunda çaba gösterilmesi; kapitalist-öncesi ilişkilerin egemen bulunduğu ülkelerde “emekçiler sovyetleri”ni vb. kurarak, sovyetler rejiminin temel ilkelerini bu ülkelere uygulamak için çabaları esirgememek özellikle önemlidir.” [2]

Lenin’in ulusal sorun üzerine ortaya koyduğu ilkeler, Ortaçağcılara karşı hiç yoruma yer bırakmaksızın mücadeleyi şart koşmakta. Yani, Tefeci-Bezirganlığa dayanan hiçbir güç ile müttefiklik ve ortak çalışma, hatta destek açıklaması yapılmamalı. Bununla birlikte görüyoruz ki “muhalefet”, bu ilkeyi sürekli olarak bükmekte.

Bizlerin öncelikli meselesi, hiç kuşkusuz sosyal düzenin değişmesi meselesidir ve düzeni değiştirme sanatının önemli bir parçası, Yedek Güçlerin örgütlenmesidir. Yani iki sınıf arasındaki savaşta, iki sınıf arasında kalan tabakaların örgütlenmesidir. Sosyal düzeni değiştirme güzel sanatında aslında netçe ortaya konulan bir davranış gözden kaçırılır: Tarafsızlaştırma…

“Bir tek keşif kolu (öncü) ile hiçbir vakit zafer elde edilemez. Tüm sınıf, geniş kitle; ya keşif koluna (öncüye) doğrudan doğruya arka çıkmalı, yahut hiç olmazsa iyi dilekli tarafsızlık tutmalı ve keşif kolu (öncü)nün düşmanlarına karşı arka çıkmakta tam bir istidatsızlık tutumunu göstermelidir. Tek başına keşif kolunu (öncüyü) savaşa atmak, yalnız sersemlik değil, cinayettir de.” [3]

Tarafsızlaştırma derken, FDD-G’nin her yaptığına karşı aman dileme anlaşılmamalıdır. “İktidarın cici muhalefeti”nin, karşı devrim lehine kaymalarına karşı kitleyi korumak ve en önemlisi bir sosyal düzeni değiştirme sürecinin ilkelerini de korumaktır. Sık sık gördük, AKP’nin en sıkıştığı anlarda, cici muhalefetin AKP’ye hayat öpücüğü verdiği ya da meclis dışı muhalefetin yaptığı tercihler, oluşturulmaya çalışılan her cephenin zararına oldu. Taksim-Gezi İsyanımız, bu açıdan önemli derslerle doludur. Öncelikli amaç, kitleyi kendi takip ettiği cici muhalefete karşı “tarafsızlaştırmak”, sorgulamaya götürmek ve “yönetilemiyoruz” itirazlarını yükseltmek olmalıdır.

Yine çok sıcak bir olaydan örneklersek, 2015-2017 arasındaki şiddetli şehir çatışmaları sonrasında, hala AKP’ye “Dolmabahçe mutabakatı”nı önerecek midesi bulunabilen HDP’ye yönelik, burjuvanın kendi kanunlarına bile uymadığı kayyum atamaları sonrasında görmesi gereken tavır, tam da bu “tarafsızlaşma”dır. Hiçbir şerh koşmadan, sadece FDD-G’nin hukuksuzluğunu kabartılandıran açıklamalar, Amerikancı Kürt Hareketi’nin, AB-D ile olan ilişkilerini teşhir etmeden söylenen her söz, Amerikancı Kürt Hareketi yaptıklarını tek kalemde silmeye ve kitleleri karşı-devrim cephesinde kendi elleri ile tutmaya gönüllü olmak demektir. Karşı-devrim cephesinin tüm dünyada iplerini elinde tutan ABD ve AB başta olmak üzere, emperyalizme teslim olmak demektir. Yine AB-D tarafından kurulan ve bugün Montrö’den çekilme görevi verilen FDD-G’nin temel amacı olan BOP’a karşı çözüm sunamamak demektir.

Türkiye siyasetinde bu davranış öylesine kanıksanmış hale gelmiş durumdaki, eklektik biçimde, her düşeni kaldırmaya çalışmak, Diyalektik Materyalizmin ABC’sine ikame edilmekte ve her derde derman aranmakta. Lenin’den aktarımlarla tekrar vurguladık, Tefeci-Bezirganlıkla el ele veren hiçbir siyasi ekibe ve onların din kisvesi ile uyuşturduğu kitlelere, onlardan taraf olarak, onlarla cephe olarak çözüm üretilemez. Onları temsil iddiasındaki ekiplere yapılabilecek tek çağrı var; siyasi olarak yaşamlarına son vermeye davet etmek. Yönetmeyi beceremedikleri ve beceremeyecekleri için, erkten çekilmeleri için propaganda ve çağrı yapmaktır. Yani yönetemediklerini haykırmaktır.

Aslında meclis içi ya da meclis dışı muhalefetimiz, çekilme çağrısını zaman zaman gerçekleştirmekte, propagandalarında kullanmaktadır. Fakat burada da bir körlük karşımıza çıkmakta, bu çağrı AKP gibi tamamen karşı-devrimci nitelikte bir organize suç örgütüne karşı kullanılmaktadır. Bu iki şeyin işaretidir: birincisi bu sloganı AKP’ye karşı kullanan ekiplerin çıkarları, AKP’nin çıkarlarından farksızdır (ki çok kez tekrar ettik, öyledir). Meclisteki cici muhalefet, seçim sonrası AKP’nin uyumlu bir şekilde iktidarı vereceğini düşünerek, aslında AKP’nin yaşadığı “altın günlerin” kendilerinin de yaşamasını istiyor. İkincisi ise, bu sloganı kullanan, özellikle meclis dışı muhalefet, siyasetin en basit ABC’sinden bile habersizdir. AKP, yönetme ehliyetini sonuna kadar kullanan, bu ehliyeti kendiliğinden bırakmayacak bir karşı-devrim gücüdür. Bu gücü öylesine hayasız kullanmaktalar ki, son süreçlerde “her tuşa basmak” olarak adlandırdığımız ve gündem değiştirmeye çalışan tüm girişimleri, tam da bu güç ile yaptılar ve yine aynı güç ile, geri çekildiler (son olarak HDP’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılma dosyasını geri gönderdiler).

“Zehirli Öncü”lere söylenecek tek şey, siyasette tıkayıcı olmalarına ve devrim güçlerini oyalamaya son vermeleridir. Onların meclis içi muhalefeti değerlendirmede kullandıkları eklektik tarz, aynı zamanda “sınıftan kaçış”ın başka bir göstergesidir. Oysa işçi sınıfını örgütlemek ve yedek güçleri örgütlemek için, dün olandan çok daha ilkeli bir duruş, çok daha ince bir sanat gerekmekte. Bunu uygulamayan partilerin, siyasette iş yapma iddiası bir hayalden farksız olacaktır ya da en azından günlük, pratik kazançlar için uzun vadeli kazançları hiç etmek olacaktır.

Beş benzemezin bir arada olduğu yerde haklı olarak yaptığımız itirazın temelinde de mihenk taşı hep bu olmalıdır.

Notlar:
[1] Gelenek Çevresi
, HDP’ye kapatma davası açılması sonrasında meclisi boşaltma çağrısında bulundu. Aynı zamanda Ortaçağcı Gerici Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi protesto edildiSol Parti, HDP’nin yanında olacağını açıkladı. TKH’a göre HDP’nin kapatma davası ile birlikte FDD-G, faşizan ve gerici karakterini göstermiştiDevrim Hareketi ise, HDP’de derdest edilen kişilerin önceden aynı davranış içinde bulunduğunu vurgulayan, yine de hukuksal açıdan bu tavra karşı olduklarını belirten bir açıklama yayınladı.

[2] V.I. Lenin – Ulusal ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler, 5 Haziran 1920. Kalınlaştırmalar tarafıma ait.

[3] (V.I. Lenin “Solcu Çocuk Hastalığı”, s.179 – Aktaran Hikmet Kıvılcımlı – Devrim Nedir? Derleniş Yayınları) Kalınlaştırma tarafıma ait. Daha güncel bir çevirisi ise şu şekilde; “Öncüyle hasmı yenmek mümkün değildir. Bütün sınıf, büyük yığınlar, öncüyü doğrudan doğruya destekleme durumuna gelmedikçe ya da öncüye karşı hayırhah bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek karşı tarafı desteklemeleri ihtimali kesin olarak ortadan kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek sadece bir ahmaklık olmakla kalmaz, cinayet olur” (V.I. Lenin “Sol Komünizm”, Bir Çocukluk Hastalığı, Bölüm 10 – Bazı Sonuçlar, s.102)

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.