Neler yapıyorum?

Pamuk’a…

Dinle sen de arkadaş, anlatılan senin de hikayen…

“Bu da mı sınıf meselesi adaş”… Evet, onun da hikayesi bir sınıf meselesi… Kulak ver hele.

Hayvan istismarcıları tarafından, “cins kedi” olarak satılmak için beyaza boyanmıştı tüyleri. Bunu anlayan “hayvansever” dördüncü türler tarafından, gerçek anlaşılır anlaşılmaz sokağa atılmış. Konya’dan gelen görevlimiz bulmuş onu. Yaşatmış onu.

Sokağa atılınca, zor sokak şartlarında kendini kabul ettirip, bir dişiyi gönlünden vurdu bizim delikanlı sokak kedisi. Baba oldu. Anne ortadan kayboldu, çok geçmeden güzel kızı da anne oldu. Daha 1 yaşında dede olmuştu. Erken demeyin, istatistiklere göre sokak hayvanlarının yaşama süresi sadece 1 yılcık. İşte bizim onunla tanışmamız, o zamandan sonra başladı. Kedilerde çok ender görülür babanın kızına sahip çıkması. Ama bu kez farklıydı her şey.

Onu ilk Irmak gördü. “Çok tatlı, sevecen bir kedi var, tüyleri pamuk gibi” dedi. Çok uzatmadık, adına Pamuk dedik. Kızına da çeşit çeşit renkleri olduğundan, “Kırçıl” diye çağırmaya başladı Irmak. Her ikisi de adlarına bir süre sonra alıştılar. Pamuk, kocaman bahçede sözü geçen kediydi. Diğer kediler ona şiddet uygulasa da, patilese de, kovalasa da bu gerçek değişmezdi. Görevli arkadaşlar, Pamuk’un burnundan eksik olmayan pati yaralarını böyle açıklamaktaydı.

Artık her sabah, her akşam, işe giderken, işe gelirken, onlarla birlikteydik.. Bizi kapıya kadar geçirip, kapıda karşılıyor, birbirleri ile ve diğer kedilerle oyun oynuyorlardı bahçede. Her gördüklerine dizlerimize dolanıyor, onlarca kez merhaba diyor, kedi sarılması anlamına gelen yere yatıp karnını gösteriyorlardı, eğer onları hakkı ile seversek… Pantolonumu her gün tüy içinde kalsa da şikayetçi olamazdım çünkü gerçek bir sevgi idi onların bize verdiği. Onlar için dostluk kurmak birkaç dakika meselesiydi. Bahçeyi ayıran yüksek duvarlardan yanınıza koşup bir merhaba demek, bir okşamak bile onlar için yeterliydi.

Pamukla Kırçıl, – baba ile kız – ayrılmaz ikiliydiler. Birbirleri ile dosttular. Yemeklerini birlikte yerler, birlikte su içerler, birlikte sevililerdi. Berbat bir Aralık gününde Pamuk hasta düşünce, ilk tatsızlığı yaşadık. Neyse ki, bir akşamlık bir bitkinlik sonrası, üzerine şal örttük, sıcak süt verdik derken, Pamuk iyileşti. Yeni bir hanım adayı bulmak için yer değiştirmeye başladı. Tabii onun için, karşı bahçeye gidip geliyordu sürekli. Mutluyduk onlarla.

2 hafta önce, sokağa çıkma yasaklı son cumarteside, bahçedeki çocukların bağırışlarını duyduk. Bir kedinin kanlar içinde kaldığından bahsediyorlardı. Pencereye fırladım, dediler “Pamuk bu abi”… Komşulardan biri bulmuş onu otopark girişinde, yuvası olan duvara gitmeye çalışırken bulmuşlar.

Irmak ile aşağıdaydık birkaç dakika sonra, gördüğümüz görüntü, paniğimizi arttırdı. Pamuk tanınmayacak haldeydi. Belediye’den ekip çağırdı komşular. Belediye, bizi kediyi geri getiremeyebileceği ile ilgili bir kağıt imzalayarak teslim alabileceklerini söylediler. Evet, kedi bizim “malımız” olmadığı için, orada sahiplenilebilir, barınağa bırakılabilirdi. Kısacası, ellerinizle beslediğiniz kedinin size dönmesi, sınıfsal bir meseleydi.

Sokağa çıkma yasağında nasıl veterinere gideriz diye düşünmeye kalmadan, veteriner telefonun ucundaydı ve “Siz muaf tutulursunuz, gönül rahatlığı ile gelin” diye telkin etmişti bizi. Suratı, kulağından akan pıhtılaşmış kanla dolmuş Pamuk için her saniye önemliydi.

İlk başta Pamuk’a bir köpek saldırısı olduğunu düşündük. Veterinerimiz, hem beldeki çatlak hem de kulaktaki iç kanama dolayısıyla araba çarpması olduğunu belirtti ilk tespitinde. Sonraki tetkikler, ikinci seçeneği ön plana çıkardı.

Evet, bu da sınıfsaldı. Kesin atomu parçalamaya giden bir önemli kişi(!), arabasını otoyol genişliğindeki o sokakta doğal olarak babasının yolu gibi kullanmaktaydı. Bizim gariban Pamuk’un yaşamı pahasına mı?

5 gün sonra, çatlaklardan ve iç kulak kanamasından kaynaklı iltihap azaldı. Pamuk’un yüzü gözü açıldı. Karar verdik, onu iyileşene kadar biz alacaktık. Belki de sonrasında da, o ne kadar çok sokakları sevse de, onu tekrar sokağa çıkaramazdık sağlığına kavuşmadan.

Pamuk, ilk defa evimize gelmişti. Sevinçliydik bir yandan. Kap kacak her şeyi tamamladık ve Pamuk’u çıkardık kutusundan… Arka bacaklarında sorun vardı, kafasında da postür sorunu vardı ama o haliyle önce yemeğini yedi, sonra kendini temizledi, bacaklarımıza başını sürterek merhaba dedi ve sonra her zamanki gibi sarıldı. Gidip yerine yattı tekrar, yorgundu. Ama bizi izliyordu bir yandan mutlu bir şekilde, mırlayarak, çünkü biz mutlu biçimde onu izliyorduk. “Pamuk yaşayacaktı.”

Sonraki günün sabahı Irmak, Pamuk’un çok yorgun olduğunu ve yemek yemek istemediğini söyledi. Gözlerinde bir gariplik vardı, uykulu gibiydi dedi. Yine de yatağa çıkmış, yine oyunlarını yapmıştı ama akşam geldiğimde Pamuk, garipti. Tekrar telefona sarıldık ve Pamuk’u kutuya alıp tekrar yola çıktık.

Gittiğimizde ateşi 41 dereceydi ve havale geçirdiğini söyledi veteriner. Ateşini düşürmek kolaydı, öyle de oldu. Fakat olaydan kaynaklı bağışıklı çok düşmüş ve kan değerleri düşmüştü. Kedilerin belası kanlı ishal de başladı diğer yandan. Yine de veterinerimizden umut kesmedik, nice kediler can bulmuştu elinde. Elimizden geleni yapacağız dedi veteriner hanım.

4 gün önce, Irmak aradı veteriner hanımı… O da hayvanlarla mücadeleden hasta düşmüştü. Kötü haberi birkaç dakika sonra verebildi, o da bizim ne kadar üzüleceğimizi biliyordu. Pamuk… bize veda için gelmiş oysa ki…

Kırçıl ile de paylaştık haberi, gözlerime birkaç dakika anlam vermeden baktı. Anlamazdı bizim dilimizden. Onu, bize geldiği gün Pamuk ile görüştürmeye çalıştık ama aksilik o ya, yoktu bina içinde. Baba kız göremedi son defa birbirlerini. Kırçıl, sanıyoruz ki hala her şeyden habersiz, hala bacaklarımızda dolanmaya ve miyavlamaya devam ediyor.

Pamuk artık yok. Son bakışı, mahçupluk taşıyordu biraz da. Hem onu yaşama döndürmek için uğraşlarımıza bir teşekkür, hem de artık yaşamda kalamayacağı için bir özür… Biz saf insanlar, bunu anlayamayacak kadar duygularımız içinde boğulmuş haldeydik.

Onu çok özleyeceğiz… Hele onun sağ kulağının üstünde, bir sanatçının bile resme çok yetenekli ise aktarabileceği kulağının renklerini görmeyi… Lakabına uygun, sararmış dede bıyığını andıran o güzel renklerini… Ve kızına da miras bıraktığı güzel gözlerini… Ve tabii adına layık pamuk pamuk tüylerini… Hiçbir karşılık vermeden gösterdiği dostluğunu… Çok şey yarım kaldı çok! Çok istemiştik bahçe içinde Irmak, ben, Kırçıl ve Pamuk ile fotoğraf çektirmeyi. Ona şöyle ağızlara layık bir pişmiş ciğer vermeyi çok istedim. Ona şiir okumak isterdim, anlam veremese de bakakalmasını istedim. Irmak’ın ona piyano çalmasını isterim mesela… Beraber film izlemek isterdim. Ah, bir de kucağımda uyutmak isterdim, ya da Pamuk Irmak’ın kucağında iken sevmek… Gerçi bizimki durmazdı ki yerinde.

Pamuk, bir döngünün parçasıydı, doğadaki her şey gibi. Zamanı gelince hepimiz gibi o da döngüsünü tamamlayacak, bedence aramızdan ayrılacaktı elbette. Ortalama kedi ömründen fazla yaşamıştı veterinerimizin tahminince. Dedemiz 3 yaşına varmak üzereydi. Fakat… Her şeyden öte, 15-16 yıl yaşayabilen bu canlıların, bedenlerinin yettiği yere kadar döngüsünün sürmesini isterim. İşte döngüde kabul edemediklerim bunlar.

Pamuğum… Kabul edemediğim bu işte. Bahar gelirken memleketime, senden ayrı düşmek… Bu nasıl bir şeydir? Ne aklım alır, ne de gönlüm. Şair ne güzel söylemiş;

“Dostum dostum
Güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe”

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.